
TÜRKİSTAN’IN 3 KILICI VE İZMİR’İN İSTİKLALİNE KAVUŞMASI
- 9 Eylül 2020
- Yazar Dünyanın Sesi
Anadolu
Bağımsızlık Hareketi’nin zaferle noktalandığı tarih olan 9 Eylül 1922’nin 98.
Yıldönümünde (bugün) TRT 2'de Türk İstiklâl Savaşı Dönemi'ne ait arşiv
görüntüleri izledim. Siyah-beyaz ve eski filmlerin içinde 1920'lerin Ankara'sı
ve İstanbul'u gösteriliyordu. Tarihe ışık tutan bu kayıtlardaki başlıca
kişiler: Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Latife Hanım, Ali Fethi Okyar, Rauf
Orbay, Halide Edip Adıvar...
İçinizde bir
toz tanesi kadar tarih benliği olsa bile heyecan ve kıvanç duygusunu
iliklerinizde yaşıyorsunuz, bu gösterim karşısında. Ben de tüm bu hisleri
yüreğimden gelen bir inançla düşündüm ve zihnimin derinliklerinde tasavvur
ettim.
Bizler; Asya
bozkırlarından Avrupa düzlüklerine, kadim Türkistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan
kocaman bir coğrafyanın balaları iken maalesef bunun farkına varamıyoruz. Şu
anda okuduğunuz sözcüklerin kağıda dökülme amacı okyanuslar kadar engin olan
ortak geçmişimiz arasındaki bağların idrak edilmesine katkı sunmaktır.
İzmir’in
Yunan askerleri tarafından 15 Mayıs 1919 tarihinde işgalinden sonra Anadolu’ya
geçen Mustafa Kemal Paşa, Türk milletine güvenmiş ve vatansever Türk subayları
ile Milli Mücadele hareketini ulusal olarak başlatmıştır. İstiklal Harbi
yıllarında Anadolu’da Türk milleti hürriyet savaşı verirken aynı zamanda
Türkistan’ın kadim yurtlarında da soydaşlarımız Ruslara karşı mücadele
etmektedir. Bu dönemde Buharalılar, Semerkantlılar, Taşkentliler, Hivalılar,
Kazak ve Kırgız steplerindeki Türkler… Anadolu’da kardeşlerinin başlattığı Mili
Mücadele’yi takip etmektedir. Asya Türklüğünün temsilcileri olan soydaşlarımız
şunu çok iyi bilmektedir ki Anadolu Türklüğü kendisine vurulmak istenen
prangaları kıramazsa Türk, devletsiz kalacaktır. Bunun için Başkomutan Mustafa
Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun elde edeceği zaferi sadece Andolu’daki
Türkler değil binlerce kilometre uzaklıktaki Türk yurtları da arzulamaktadır. Türk
ordusunun döktüğü kan, Türk milletinin kurban ettiği kınalı kuzular binlerce
yıllık maziye uzanan bir hesaplaşmanın bedelidir.
Kazak Türk’ü
şair Magcan Cumabay, Küçük Asya’nın düşman postalları ile çiğnendiği 1918-1919
yıllarında Anadolu’ya hitaben kaleme aldığı ‘’Uzaktaki Kardeşime’’ isimli
şiirinde şunları demiştir:
Uzakta ağır
azap çeken kardeşim
Solmuş laleler gibi kuruyan kardeşim
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim
Önünü ağır
kaygı örtmüş kardeşim
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim
Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim
Ey Pirim!
Değil miydi Altın Altay
Anamız bizim? Bizlerse birer tay
Bağrında yürümedik mi serazat
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Kurtuluş
Savaşı’nın pek bilinmeyen sembollerinden olan 3 kılıç ve el yazması Kur’anı
Kerim ise hafızalarımızın karanlık dehlizlerinde saklı bir şekilde keşfedilmeyi
bekliyor. 13 Eylül 1921 tarihinde kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi,
Anadolu’nun dört bir yanındaki vatanperver Türk evladını sevince boğmuştur. Bu
kutlu zaferin nidaları Hazar’ın doğusundaki Türkistan’da büyük bir umut ve
inanç ışığının doğmasını sağlamıştır. Türk sevdası ile atan nice kalpler dualar
etmiştir. Bu kutlu yengi, Türk milletinin yazgısını değiştiren tarihi bir
kırılma noktası olarak da kayıtlara kazınmıştır. 1683 İkinci Viyana
Kuşatması’ndan beri devam eden Türk’ün geri çekilişi son bulmuştur. Dişine kan
değen bozkurt ayağa kalkmıştır.
Özbek
Türkleri, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Ankara’ya bir heyet
göndermiştir. Milli Mücadele’nin merkezi olan Ankara’ya gelen bu elçiler,
Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından doğrudan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek
için görevlendirilmiştir. Bu sefirler beraberlerinde 3 tane altın işlemeli
kılıç ve el yazması Kur’anı Kerim getirmişlerdir. Bu armağanlar, İzmir’in ve
Batı Anadolu’nun Yunan zulmünden azad edilmesi ile belleklere kazınacak milli
toyun sembolleri olacaktır. Bu üç kılıçtan biri Başkomutan Mustafa Kemal
Paşa’ya, biri Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya verilir. El yazması Kur’an
Kerim de TBMM’ye takdim edilir. Buhara’dan gelen Türkistan temsilcileri,
Mustafa Kemal Paşa’ya değerli taşlarla süslenmiş 3. kılıcın Türk Başbuğu
Sahipkıran Emir Timurlenk’e ait olduğunu ve bu mukaddes hediyenin İzmir’e ilk
girecek Türk subayına verilmesini söyler. Çünkü İzmir, 1402 yılında Emir
Timur’un fethinden bu yana 15 Mayıs 1919 tarihine kadar kesintisiz Türk
egemenliğinde kalmıştır. Bu yüzden İzmir’in fatihi 3. kılıcın da sahibi
olacaktır. Türkistan’ın Anadolu Türklüğü ile olan çelikten sağlam bağları bu şekilde
taçlanacaktır.
26 Ağustos
1922 tarihi, ayağa kalkan dişi bozkurtun pençeleriyle önüne koyulan zincirleri
paramparça edişinin adıdır. Türk askerleri; içindeki bitmez tükenmez vatan
aşkı, bayrak sevdası ve inançlarından aldıkları güçle muzaffer bir şekilde
İzmir’e ayak basmıştır. İzmir’e giren ve Alsancak-Kordon istikametinde
ilerleyen Türk süvari birliğinin komutanı Yüzbaşı Şerafettin, bu esnada hafif
bir şekilde yaralanır. Hükümet Konağı’na ulaşan Yüzbaşı Şerafettin, göğsünde
muhafaza ettiği ve kendi kanına bulanmış olan ay-yıldızlı al bayrağı çıkarır ve
gururla göndere çeker. O an, Türk yurdunda Türk bayrağının kıyamete kadar nazlı
nazlı dalgalanacağının acuna ilanıdır.
Başkomutan
Mareşal Komutan Mustafa Kemal Paşa, 3. kılıcı İzmir’in fatihi olan Yüzbaşı
Şerafettin’e törenle takdim eder. Böylece mavi gökkubbenin gölgesindeki
Türkistan’ın incisi Buhara’dan Ankara’ya taşınan ve kader birlikteliğinin bir
nişanı gibi olan son armağan da sahibine ulaşmış olur.
20. yüzyıl
başlarında tüm bu hadiseler bu topraklarda cereyan etti. Türk'ün bağımsızlık
cengi yaşandı. Bu tarihimizde ne ilk idi ne de son olacaktı. Zaman, nehirlerin
akışı gibi yolunda ilerledi ve bizleri 21. asra ulaştırdı. Bugün İzmir’in
kurtuluşunu kutlarken tarihin tekerrür edeceği vaktin çok uzakta olmadığını görebiliyoruz.
Şundan emin
olunuz ki bir kez daha kurtlar ve çakallar cenk meydanında karşı karşıya
gelecek. Yaylar gerildi, okların havada çarpışması kaçınılmaz. Utku, yine
Türk’ün olacak. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı’na yeni yengiler
unutulmamak üzere nakşedilecek. Bu dediklerim ne kehanet ne de temelsiz bir
öngörüdür. Bir fay hattını düşünün. İçinde biriken enerji taşıyabileceği sınırı
geçtiği anda sarsıntı yani deprem üretir. Bu belki 5 yıl sonra belki 10 yıl
sonra zuhur edecek. Ama şu muhakkak ki milenyumdan önce gerçekleşecek. Türkiye
ve Yunanistan arasındaki durum da böyledir. Bunu analiz etmek ya da bu
çıkarımda bulunmak için biraz okuma yapmak biraz da tarih şuuruna malik olmak yeterlidir.
MUHARREM KOÇAK
İZMİR-EGE ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ MEZUNU
0 yanıt Bir yanıt yazın